1516 yılının Ağustos ayıydı. Güneş, Halep’in kuzeyindeki Mercidabık ovasına sertçe vuruyordu. Toprak kuru, hava ağır, bekleyişse ölümcül bir sessizlik içindeydi. Yavuz Sultan Selim, atının üzerinde dimdik duruyor, gözleriyle geniş ovayı tarıyordu. Karşıda, Memlük Sultanı Kansu Gavri ordusunu dizmişti. Her iki lider de bir imparatorluğun kaderini elinde tutuyor, her ikisi de İslam dünyasının gerçek temsilcisi olduğunu iddia ediyordu. Ancak bir fark vardı: Osmanlı ordusu, Allah’ın insanlara sunduğu en büyük nimetlerden biri olan teknolojiyi savaş meydanlarına taşımıştı. Kısa menzilli, seri hareket kabiliyetine sahip, ateş gücü yüksek saha topları… Stratejisini bu anlayışla şekillendirmişti. Bu sadece bir meydan savaşı değil, çağa yön verecek bir değişimin habercisiydi.
Mercidabık Savaşı’nın arka planı, Osmanlı-Safevî çatışmasının uzantısıydı. Yavuz Sultan Selim’in 1514’te Çaldıran’da kazandığı büyük zafer, doğuda Osmanlı üstünlüğünü sağlamış, fakat Safevîlerle ittifak kuran Memlükler Osmanlı hâkimiyetine karşı bir engel teşkil etmeye devam etmişti. Aynı zamanda Memlükler, Hicaz bölgesinin ve kutsal şehirlerin hamisiydi. Yavuz, hem bu dini otoriteyi Osmanlı’ya taşımak, hem de doğunun siyasi denklemini kökten değiştirmek niyetindeydi. Sefer öncesi İstanbul'dan yola çıkan Osmanlı ordusu, kısa sürede Anadolu'yu geçip Suriye topraklarına ilerlemişti. Yavuz’un mutlak otoritesi ve askeri dehası, tüm hazırlıkların eksiksiz yürütülmesini sağlamış, orduya mutlak bir disiplin hâkim olmuştu.
Savaş sabahı, Osmanlı ordusu topçu birliklerini ön hatlara yerleştirmiş, Şahi topları ve daha küçük mobil toplar sayesinde Memlük hatlarını önceden zayıflatmayı hedeflemişti. Memlükler geleneksel olarak ağır zırhlı süvarilere, bireysel yiğitliklere ve dar çarpışma alanlarına dayanıyordu. Ancak Osmanlılar, ateşli silahların yaylım ateşiyle bu süvarileri durdurmayı başarmış, Yeniçeriler disiplinli bir şekilde sabit mevzilerde ateş hattı oluşturarak savaşın kaderini değiştirmişti. Tımarlı sipahiler ise savaşın sağ ve sol kanatlarından ani çevirmeler yaparak Memlük ordusunun merkezini çökertmişti. Bu taktik, klasik hilal manevrasının modernize edilmiş bir uygulamasıydı. Kansu Gavri’nin savaş esnasında hayatını kaybetmesiyle Memlükler komuta bütünlüğünü tamamen yitirmiş, bozguna uğramışlardı. Bu teknik zafer, askeri anlamda Osmanlıların ateşli silahlar çağında ne denli ilerlediğini gözler önüne seriyordu.

Yavuz Sultan Selim’in otoritesi, bu zaferin gerçek mimarlarından biriydi. Sert mizacı ve tavizsiz liderliğiyle tanınan Yavuz, sadece savaş meydanında değil, sefer boyunca da asker üzerinde mutlak bir hâkimiyet kurmuştu. Ordu içinde disiplinsizliğe izin verilmemiş, kararlar hızlı ve kesin alınmıştı. Sefer sırasında halktan alınan erzak için bile belirli kurallar koyan Yavuz, adaletin yalnızca barış zamanında değil, savaşta da korunması gerektiğine inanıyordu. Mercidabık Savaşı sonrasında Osmanlılar Şam’a, ardından Halep’e girmiş, Mısır seferinin kapısını aralamışlardı.
Bu zaferin ardından 1517 Ridaniye Zaferi ile hilafet Osmanlı’ya geçmiş, Mekke ve Medine’nin hizmetkârlığı anlamına gelen “Hadimü’l-Haremeyn” unvanı Osmanlı sultanlarının siyasi ve dini liderliğini ilan etmiştir. Mercidabık, sadece bir zafer değil, bir çağın kapanıp yeni bir dönemin başladığı noktadır: barutun, stratejinin ve sarsılmaz liderliğin çağı.
İstanbul İmam Hatip Lisesinden mezun oldum, lisans eğitimimi İbn Haldun Üniversitesi Tarih Bölümünde almaktayım. Bu dergide tarih, felsefe, mantık ve sosyoloji alanlarında yazılar ele alacağım.
Günümüzü anlamlandırmak, az da olsa geleceğe ışık tutmak ve kendimi ve dertlerimi ifade etmek için yazı yazmayı bir kurtuluş kapısı olarak görüyorum.